İşgal Devletiyle Askerî İlişkilerin Tarihçesi

1948’de Filistin halkının tarihsel toprağını işgal ederek kurulan Siyonist İsrail devletini 28 Mart 1949’da tanıyan Türkiye, bu şekilde hem bölgemizde işgal devletini tanıyan ilk devlet, hem de bunu yapan ilk Müslüman çoğunluklu ülke oldu. Yıllar içerisinde stratejik bir ittifaka dönüşen bu ilişkilenme, Türkiye Cumhuriyeti’nin çeşitli hükümetleri tarafından pekiştirildi.

1958 yılında, dönemin başbakanı Adnan Menderes ile o tarihte İsrail Dışişleri Bakanı olan Golda Meir arasında yapılan görüşmelerle iyice yakınlaşan ilişkiler “Çevresel Pakt” olarak adlandırılan ikili anlaşmayla resmiyete döküldü. İsrail askerî yetkilileri tarafından ‘Mervaka’ kod adıyla anılan “Türkiye ile özel askerî ilişkiler” bu anlaşmayla başladı. Anlaşma kapsamında taraflar altı ayda bir düzenli toplantılar yapma kararı almıştı. Yapılan toplantılara durumun hassasiyetine göre askerî istihbarat şefleri hatta genelkurmay başkanları katılıyordu. İşgal devletinin ilk döneminde kurulan üst düzey ilişkilerin bir yansıması olarak Türkiye; İngiltere, Fransa ve ABD ile o dönem İsrail’in askerî ataşe bulundurduğu dört ülkeden biriydi.

1950’lerde başlayan ve ağırlıklı olarak güvenlik bürokrasisinin gizli bir şekilde yürüttüğü ilişkiler, 1990’lı yıllarda Tansu Çiller, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’in başbakanlıkları dönemlerinde aleni hale gelerek genelkurmay başkanlarının karşılıklı ziyaretleri ve imzalanan askerî anlaşmalarla taçlandırıldı. 1996’da imzalanan Savunma İş Birliği Anlaşması’yla birlikte savunma sanayilerinin ortak hareket etmesi, teknoloji transferi, uzman eğitimi ve ortak silah üretimi gibi konularda işgal devletiyle Türkiye arasında iş birliği gerçekleştirilmesi karara bağlandı ve Türkiye, İşgal Hava Kuvvetleri’nin katılımıyla Konya’da “Anadolu Kartalı” adlı tatbikatlar düzenleyerek sahasını işgal pilotlarının eğitimine açmıştı. 2005 yılında, Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde Ariel Şaron’u Kudüs’te ziyaret etmesiyle, işgal devleti ve Türkiye arasındaki stratejik ittifak, istihbarat alışverişi ve askerî iş birliği zirveye ulaştı. 2007 yılında Türkiye, Ofek uyduları ve Arrow balistik füze sistemi alımı hakkında işgal devletiyle masaya oturdu. Bu dönemde ayrıca Heron insansız hava araçlarının alımı, işgal askerî sanayisine parça üretimi ve ihracatı, tank ve uçak teçhizatlarının geliştirilmesi için anlaşmalar imzalandı.

2010 yılındaki Mavi Marmara katliamı sonrasında tüm askerî anlaşmaların askıya alındığı açıklansa da askerî alışveriş özel firmalar yoluyla devam etti. Katliamdan kısa bir süre sonra Türkiye işgal devletinin NATO tatbikatlarına katılımına karşı vetosunu geri çekti ve “dolaylı” ortak tatbikatlara devam edildi.

7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı hamlesinin akabinde başlayan Gazze soykırımı boyunca Türk yetkililer işgal devletiyle herhangi askerî bir ilişkinin olmadığını beyan etti. Hatta Türkiye, Eylül 2024’te uluslararası alanda İsrail’e askerî ambargo uygulanmasını talep etti. Tüm bu “cambaza bak” taktiklerinin perde arkasında ise Türkiyeli şirketler soykırıma askerî parça tedarik etmeye devam ederken, Türkiye’deki üslerden işgal devletine istihbarat sağlanmaya da devam edildi; işgal devletini korumak için Akdeniz’e sevk edilen ABD savaş gemileri ve işgal ordusuna askerî mühimmat taşıyan gemiler Türkiye limanlarında ağırlandı.

Paylaş: